ÖZGÜR İRADE PROBLEMİ

ÖZGÜR İRADE PROBLEMİ

 


MERT ŞAHİN
Vikipedi'nin tanımlamasına göre "Özgür irade veya erkin irade, kişinin eylemlerini, arzu, niyet ve amaçlarına göre kontrol altında tutabilme ve belirleme gücüdür." 

"Özgürlük"ün kelime anlamı "insanın, her türlü dış etkiden bağımsız olarak kendi istencine, kendi düşüncesine göre karar vermesi durumu.", felsefe terim anlamı da "insanın, her türlü dış etkiden bağımsız olarak kendi istencine, kendi düşüncesine göre karar vermesi durumu." (Google arama motoru)

Her türlü dış etkiden bağımsız olma durumu kendi içinde mümkün olamaz çünkü her şeyi dahil eden her şeyde, her şey her şeyle ve böylece birbiriyle ilgilidir. 

Dış etki derken varsayılan bir iç vardır, iç dış etkilerin etkilemesiyle "dış -tarafından- etkilenmiş" olur.

Herhangi bir koşuldan bağımsız olmak mümkün müdür? Eğer "boşlukların veya hiçliğin" (özgür) iradesine inanıyorsanız belki. Yoksa bunun dışında bir şeyleri bir şeylere göre hareket ettireceksiniz. 

Bir şeye bağlı olmayan bir şey boş kümeyse eğer özgürlük iradeyle çelişir. Her şeyin birbiriyle özgür olmayan çatışması, her şeyin olmaması özgürlüğünün doruk noktasını yaşar. Bunun yanı sıra bir şeyin kendi özgürlüğünü engellediğini düşünen bir şey onu yok etmeye yani etkisiz bırakmaya çalışarak kendini özgürleştirecektir. Karşısındaki olan Bir başkası da onu yok etmek istemişti. Yok etmekle özgürlük arasında ince bir ayrım olarak var olan şey "var".

Kelime anlamı "dilek, istek."
2.
Buyruk.
3.
Bir şeyi yapıp yapmamaya karar verme gücü, yetisi.
4.
RUHBİLİM TERİMİ
➽istenç." olarak irade "bir şeylere bağlı" olduğundan dolayı "bir şeylere bağlı olmayan" özgürlük durumuna terstir. 

Ya özgürlük iradeden daha etkili ya da irade özgürlükten daha etkili. Bir şeyler olduğundan dolayı irade daha etkili çünkü "bir şeylerin etkinliğini" yansıtıyor. Özgürlük soyut olarak "bir şeylerin etkinliğini" "bazı şeyleri zararlı görerek" yansıtıyor olmalı.

İnsanların bağımsız olmak uğruna her şeyden ayrı hareket ettiğini düşünmüyorum, bence insanlar "bir başka iradenin" isteklerini yerine getiriyor. Özgürlük de amaca ulaşmak için işlevsel olan araçlardan biri, yoksa "neden özgürsün?"

HAYRİYE ÇETİNKAYA
İrade, insanın kendi kendine verdiği bir görevi yerine getirmekten kaçınmamak için kullandığı bir araçtır. Kelime tanımı olarak, sadece insana mahsus olan seçme özgürlüğüdür de diyebiliriz. 

Öyleyse sizce de iradeyi eğitmek için seçilecek en uygun zaman gençlik çağı mıdır veya her kesim buna hitap edemez mi?
Gençlerin muhtaç oldukları şey yalnız bilgi değildir, şunu bunu öğrenmek değildir. İrade sahibi olmak ve bu sayede emanete sadık olmak, derhal harekete geçmek, enerjilerini bir başarı üzerinde toplamak ve yapılacak işi yapmaktır, bilgiye ve eğitilmeye daha açık bir yaş kesimine sahiptir.
Tabii ki buna birden fazla cevap verebiliriz. Her ne kadar kişiden kişiye göre değişse dâhi iradenin de güçlü ve zayıf yönleri vardır; iradesi zayıf insanlar bir şeye kendiliklerinden son veremezler, bunun onun dışında oluşmasını beklerler. Güçlü iradeye sahip insanların ise böyle bir kaygısı yoktur her şeyi plana ve usule göre belirler, buna göre hareket ederler.
Hür olduğumuz müddetçe kararlarımız ve hayatımız bizim elimizde olduğu gibi bunun için mücadele etmek ve sonuca varmak da kendi irademizle gerçekleşir.
Mücadele fırsatı olmadığı için hayatın rüzgarıma kapılmış boş bir torba gibi, kendi iradesiyle değil de, rüzgarın istediği yöne savrulan biri daima karamsar ve irade yetisinden yoksun gelişir. Bu yüzden irade ve en önemlisi özgür irade yaşam kalitenizi ve sınırlarınızı belirler. Çünkü özgür irade, kişinin eylemlerini, arzu, niyet ve amaçlarına göre kontrol altında tutabilme ve belirleme gücüdür. Bu durumu kendince geliştirebilen herkes kendi yaşam kalitesini kestiremeyeceği çıtaya yükseltir. 

Akıl kafaya, irade özgürlüğe aittir. Ayrıca bu yetilere denk düşen birer ideal ya da erdem söz konusudur. Akıl bilgelik peşinde koşmalı, irade cesaret göstermeli ve arzu da gemlenmelidir ki, insan ölçülü olabilsin. Yaptığı şeylerde hangi ölçüde özgür olabildiğini görebilsin.
Bu durumda iradenin eğitilmesi için özgürlüğün de aynı orantıda olması kaçınılmazdır. 
Şunu da bilelim ki "Kendinize olan hakimiyeti yitirdiğiniz ölçüde, özgürlüğünüzü de yitirirsiniz."

HAVİN JİYAN FİDAN

   1.“……Bilmeden eylemde bulunan, yaptığını istemeyerek yapmış görünüyor; en önemli olanların ise, eylemin içinde yapıldığı koşullar ve eylemin amacı olduğu görünüyor. O halde böyle bir bilgisizliğe göre istemeyerek yapıldığı söylenen eylemin üzüntü vermesi ve pişmanlık getirmesi gerekiyor.”


Aristoteles, Nikomakhos’a Etik 1111a19

Çev. Saffet Babür. BilgeSu Yayıncılık, İstanbul 2020, s. 47.


   MÖ. 384 yılında Yunanistan’da dünyaya gelen Aristoteles, Batı dünyasının en önemli düşünürlerinden biridir. Aristo, mantık, fizik, biyoloji, zooloji, astronomi, metafizik, etik, estetik, ruh, psikoloji, dil bilim, ekonomi, siyaset ve retorik gibi pek çok alanla ilgilenmiş, hatta bu disiplinlerden bazılarının kurucusu niteliğinde eserler vermiştir. Kendisinden sonra gelen filozoflardan birçoğunun düşünce yapısını derinden etkileyecek ve felsefeye yön verecek olan mantık biliminin kurucusu olarak kabul edilir. Yalnızca felsefe dünyasına katkıda bulunmakla kalmayıp pozitif bilimlerle de ilgilenmiştir. Doğa bilimleri alanında yaptığı gözlemler, çalışmalar ve yazdığı kitaplarla tarihe ilk biyolog ve biyoloji biliminin temellerini atan kişi olarak geçmiştir. Eserleri, M.S. 2. yüzyıl ve M.S. 15.  yüzyıl tarihleri arasında, henüz modern bilim gelişmemişken, İslam coğrafyasındaki bilimsel faaliyetlerin temelini oluşturmuştur. Felsefi düşünceleri de İslam dünyası açısından büyük önem taşıdığı için İslam filozofları tarafından “ilk öğretmen” olarak isimlendirilmiştir. Aristoteles, kendisinden önce gelen filozofların düşüncelerini ayrıntılı bir şekilde inceleyip onların ele aldığı problemlerle de ilgilenmiş ve bu, onun ilk felsefe tarihçisi olarak kabul görmesine vesile olmuştur. Olayları ve problemleri ele alırken sistematik bir yaklaşım sergilemiştir. Bu nedenle Aristoteles’in düşünce dünyasını iyice kavrayabilmek adına, kendisinden önce gelen filozofların düşüncelerine hakim olmalıyız demek yerinde bir tespit olur. Aristoteles’in düşüncelerini özümseyebilmek için öncelikle öğretmeni Platon’u anlamalıyız.

   Platon’da Aristo gibi varlık, bilgi, değer gibi kavramları felsefi açıdan ele almış ve değerlendirmiştir. Ancak aralarındaki yoğun fikir alışverişi ve sahip oldukları öğretmen-öğrenci ilişkisine rağmen, iki filozofun bu kavramlara dair görüşleri bazı noktalarda birbirinden oldukça farklıdır. Platon’un varlık anlayışı idealar kuramına dayanmaktadır. Platon’a göre gerçek, zihne bağlıdır. Hiçbir şey, onu düşünen bir zihin olmadan var olamaz. Varlık, akılla kavranabilir, kendi kendinin nedenidir ve değişmez. Çünkü değişen varlığın mutlak bilgisine ulaşılamaz. Platon’un tarif ettiği gerçek varlıklar duyusal dünyanın dışında kalan bir yerde, idealar aleminde yer almaktadır. Bizim duyularımızla algıladığımız dünyaya ait varlıklar, kaynağını idealardan alan fenomenlerdir. Fenomenler, ideaların yani gerçeğin birer kopyasıdır, sönük bir gölgesidir. Bu nedenle gerçek bilgi de idealara ait olan bilgidir. Fenomenlere ait olan bilgi, bir yanılsamadan ibarettir. Gerçek bilgi, yani ideaların bilgisi, akıl yoluyla elde edilir ve bu bilgiler doğuştan zihnimizde hazır olarak bulunur. Platon bu düşüncesini ruhun ölümsüzlüğüyle destekler. Ruh, doğumla başlayıp ölümle son bulan dünya hayatı boyunca idealar ve fenomenler dünyası arasında gidip geldiği için insan,  ideaların gerçek bilgisini fenomenlerin gölgesinin yarattığı karanlık nedeniyle unutur. Tüm bu görüşleri doğrultusunda Platon, idealizmin kurucusu olarak kabul görür. Aristoteles, varlık ve bilgi anlayışı konusunda öğretmeni Platon’dan kesin çizgilerle ayrılır. Aristo’ya göre varlık değişebilen, ancak değişim süreci boyunca özünü koruyandır. Gerçek varlığın ve bilginin bu dünyaya ait olmadığı görüşü nedeniyle Platon’u eleştirir ve varlığın maddenin, Platon’un deyişiyle fenomenlerin, özünde olduğunu öne sürer. Değişim süresince maddenin formunu değiştirse bile özünü koruduğunu savunur. Aristoteles varlığı ve değişimi, madde ile form arasında kurduğu ilişki bağlamında ele alır. Ancak Aristoteles’in felsefesinin sistematiğini varlık anlayışından ziyade bilgi anlayışı oluşturur. Bilgi konusunda da Platon’dan ayrılır ve bilgiye hem duyular hem de akıl yürütme yoluyla ulaşılabileceğini iddia eder. Ona göre bilgisine ulaşılan, duyularımızla algılayabildiğimiz form almış maddelerdir. Duyuların bir aldatmacadan ibaret olduğunu düşünen Platon ile varlık ve bilgi konularında fikir ayrılığı yaşayan Aristoteles, değer konusuna gelindiğinde Platon ile birçok alanda ortak noktada buluşmaktadır. Her ikisi de ahlaki hayatın nihai amacını eudaimonia, yani mutluluk olduğunu söylerler. Her ikisinde de mutluluğun nihai amacına erişimde en önemli rolü, erdem oynar. İki filozof için de mutluluk, ruhun amacıdır. Aristoteles’e göre eylem ve düşüncelerdeki aşırılıklar ve eksiklikler insanı derin bir mutsuzluğa sürükler. Mutluluk, ruhun akla uygun etkinlikleriyle elde edilir. Kişinin mutluluğa ulaşması, dengeyi bulmasıyla mümkündür ve dengeyi bulmanın yegâne yolu iradeli ve erdemli bir insan olmaktır. Aristoteles’in bu görüşü “altın orta” olarak isimlendirilmektedir. Ancak Aristo’nun ahlak anlayışı da bir noktada Öğretmeni Platon ve Platon’un öğretmeni Sokrates’ten ayrılmaktadır. Platon ve Sokrates’e göre kişinin erdemli olması için iyinin bilgisine sahip olması yeterlidir ancak Aristoteles böyle düşünmez. O, erdemi düşünce ve karakter erdemi olmak üzere ikiye ayırır. Düşünce erdemi tıpkı Sokrates ve Platon’un savunduğu gibi bilmek ve öğrenmekle gerçekleşir. Karakter erdemi ise bilinen ve öğrenilen şeylerin pratiğe dökülmesidir ve Aristoteles, her ne kadar düşünce erdemi çok önemli olsa da ona sahip olmanın yeterli olmayacağını söyler. İyiyi meydana getirmek adına iyi eylemde bulunmak şarttır. Erdemli olabilmek için erdem bilgisine sahip olmanın yanı sıra bu bilgiyi içselleştirmek ve bir tutum, davranış olarak hayatımıza yerleştirmemiz gerekir. 

   Aristoteles’in ahlak anlayışını açıkladığımız ve düşüncelerinde bizzat etkilendiği iki filozofun düşünceleriyle karşılaştırdığımıza göre sorumluluk kavramını ele alabiliriz. Sorumluluk en basit tanımıyla bireyin verdiği tercihler ve gerçekleştirdiği eylemlerin sonuçlarını üstlenmesidir. Aristo’nun sorumluluk kavramı için en temel ölçütü; bireyin eylemi veya tercihi isteyerek, kendi iradesi ile gerçekleştirmesidir. Eğer bir eylemi veya tercihi gerçekleştirip gerçekleştirmemek kişinin elindeyse, o halde kişi bu eylemden doğacak sonuçları da üstlenmek durumundadır. Ancak Aristoteles’in tek ölçütü bu değildir. Kişinin tercihleri ve eylemleri iki ölçüt kapsamında değerlendirilmelidir: baskı ve bilgisizlik. Çünkü bir eylemi zorla yahut bilmeden gerçekleştiren biri, o eylemi istemeden gerçekleştirmiş gibi duruyor. Kişinin tercih yapma ve eylemlerini gerçekleştirme sırasında dışarıdan gelen hiçbir baskıya veya zorlamaya maruz kalmaması gerekir.  Diğer taraftan ele almamız gereken bir diğer konu da bilgisizliktir. Birey tercih yapma ve eylemlerini gerçekleştirme süresince yeterli bilgiye sahip değilse, yapılan tercih ve eylemlerden dolayı pişmanlık ve üzüntü duyuyorsa, o tercih ve eylemler istemeden yapılmıştır. Lakin üzüntü ve pişmanlık söz konusu değilse, o eylem için isteyerek veya istemeden yapılmıştır diyemeyiz. Aristoteles bu ayrımları yaparken bilgisizlik ve bilinçsizliğin farklı şeyler olduğuna da dikkat çekmiştir. Örneğin uyuşturucu etkisi altında olan bir insan eylemlerini bilgisizlikten değil, bilinçsizlikten yapar. Çünkü maddelerin etkisinden kendini kaybetmiştir ve yaptıklarının farkında, bilincinde değildir. Sonuç olarak eylem bilgisizlik veya bilinçsizlikten dolayı gerçekleştirilmiş olsa bile, kişi doğacak sonuçlardan sorumludur. Ne de olsa kendini bilgilendirmek ve bilinçlenmek, yine kişinin elindedir. Kişinin eylemleri madde kullanmaktan kaynaklanıyor olsa da o maddeyi kullanmayı tercih eden odur. Dolayısıyla da sorumlu tutulmalıdır.

   Benim bu konuyla ilgili kişisel görüşlerimin temeli başta Sartre olmak üzere 20. yüzyıl filozoflarına dayanıyor. İnsan yaptığı seçimlerde ve eylemlerde özgürdür ancak seçim yapmayı, icraata geçmeyi bir türlü beceremez. Sahip olduğu özgürlük insanın gözünü korkutur, yapacağı seçimler ve eylemler üzerine düşünmek insanı boğar ve bu yüzden insan, kendi özgürlüğünden kaçmaya çalışır. Tanrı, din, kader, dış etkenler gibi kavramların ardına sığınarak sahip oldukları özgürlüğün getirdiği vicdani sorumluluklardan saklanırlar. Sartre, insanın bu eğilimlerine kötü inanç adını verir ve şahsi düşüncem şu yöndedir ki, biz iyi inançlarımızı kötü inançlarımıza alet ediyoruz. Hepimiz içten içe özgür olduğumuzun ve eylemlerimizden sorumlu tutulmamız gerektiğinin farkındayız ama bu gerçekle barışamıyoruz. Bu nedenle “irademizin üzerinde yer alan güçleri ve etmenleri “yaptığımız her tercihin, her eylemin dayanağı olarak kullanıyoruz. Kendi vicdanımızla yüzleşmekten aciziz. Birilerinin bize doğrunun ve yanlışın ne olduğunu söylemesine bekliyor; doğru ve yanlışı, iyiyi ve kötüyü bizzat aramamız gerektiğini akıl edemiyoruz. Mutlak iyiyi yüceltip mutlak kötüyü yargılarken aslında iyi ve kötünün birbiriyle iç içe geçmiş iki kavram olduklarını ve onlara iyi-kötü değerlerini bizim verdiğimizi sık sık unutuyoruz. Bu durumu Albert Camus “Herkes asker olunca, asıl cinayet, emir öldürmeyi gerektirdiği zaman öldürmemektir.” sözüyle, Joseph Goebbels ise “Ya gelmiş geçmiş en büyük devlet adamları olacağız ya da en büyük suçlular olarak tarihe geçeceğiz.” sözüyle açıklamıştır. İyi ve kötüyü bulmak, anlamlandırmak ve vicdanıyla hesaplaşmak her insan için kaçınılmazdır. Bu gerçeği kabul etsek de, bu gerçekten saklansak da tercihlerimiz ve eylemlerimizden sorumluyuz. 


FATİME EFE
Özgür irade kavramının farklı niteliklerle incelememiz olağandır. Baz aldığımız ideolojiler bile bu gerçekliği etkiler. Örneğin bir Müslümanın iradenin öznelliğini savunması elbette olağan bir durumdur çünkü dinler hayatlarımızın, doğanın, felsefenin merkezidir. Din size özgür iradenizden yükümlü tutuyorsa bunu kabullenmek mecburiyetindesinizdir zaten. Uzaklaşmak isteseniz bile inanç yasalarınız yaşantınızı şekillendirir. Din kavramını ortadan kaldırıp agnostik, ateist ya da direkt bir tabirle dinsiz kesimdeyse etikler kendini belli eder bu durumda.

Kendi fikirlerimle konuya bakacak olursam, öncelikle Tanrının var olduğu bir evrene göre yorum yaparsam Tanrı sonradan dünyaya müdahale etsin ya da etmesin özgür iradenin varlığını kabul edemiyorum açıkçası çünkü evrenin yaratılışı, doğumunuz, aileniz, doğduğunuz coğrafya bunların hepsi sizi şekillendirir ve bu etki altında neyin özgürlüğünü kastediyorsunuz ki? Tanrı size bir hayat yarattı ve size de onu yaşatma sorumluğunu verdi tabi ki özgür iradenizle yaşamınızı sonlandırabilirsiniz ama bu düşüncenin bile kendinden sizde oluşması söz konusu olamaz. Sözde iradenizle özgürce yaptığınız eylemlerin bi dayanağı vardır ve hayır bunlar sizin seçiminiz değildir. Öyleyse sonuca bakıp kendi seçimi mi diyeceksiniz? Onu o seçmedi aslında önünde sadece o yol vardı diğer yoldan gidebilse giderdi diğer yola giriş izni yoktu, belki de geçiş ücreti yüksekti.
            
Tanrıdan bağımsız yorumlayacak olursak bile özgürlük yanılsamasına sahip olduğumuzu, çünkü arzularımızın farkında olmamıza karşılık, altlarında yatan güdülerin farkında değilizdir. Yani evet gün içinde bir çok şekilde iradenizi kullanıp kararlar alıyorsunuz, eylemlerde bulunuyorsunuz bu yazıyı okurken bile iradenize dayanarak yadırgamada ya da takdirde bulunacaksınız ya da herhangi bir eleştiride bulunmadan okuyor dahi olabilirsiniz peki niye , niçin bu yazıyı bu şekilde yorumluyorsunuz? Bu sizin kendi özgür iradeniz değil aslında bir içsesi, dayatma adı ne koymak isterseniz koyun. Benim koyduğum adıyla bu zincirlerin asıl kaynağını bulursak özgürlüğü de buluruz fikrimce. 

Ha tabi özgür iradeyi ne kadar inkâr etsem de sınırlı bi ölçüde bu elbette mümkündür ha diyelim ki en yüksek dozaja geçiş yapmak istiyorsak öncelikle sevdiklerimizden uzakta bir hayat var etmemiz gerekir uzak derken konum ölçütünde değil de hissiz bir varlığı oluşturmamız ön koşuldur çünkü sevdiklerimiz prangalarımızdır. İlaveten ailenin olmaması, burada sonradan kaybetme değil ilk andan beri kimsesizliğe sürüklenmeli. Aslında hiçlikten gelme, yalnızlık, hissizlik   bu koşulları sağlamamız uç bir nokta olsa dahi dolaylı yoldan elde etmek çok da zor değil. Bir reklam da geçecek olursak Erasmus'un Deliliğe Övgü kitabını okuyup işlevselliğe dönüştürürseniz bu sorun ortadan kalkacaktır. Çünkü hem özgürlük hem de güven buldum deliliğimde; yalnızlığın özgürlüğünü ve anlaşılmazlığın güvenliğini… Bizi anlayanlar bizden bir şeyleri tutsak ederler çünkü.

EMİR AKDİ
Özgür irade doğada sadece insanların sahip olduğu ya da sahip olduğunu zannettiği bir karar verme mekanizmasıdır.
Hayatımız boyunca kararlar veririz bir bilince sahip olduğumuz için bu kararların sonuçlarına katlanmak da bizim sorumluluğumuzdur ve bu kararları özgür irademizle alırız ya da öyle olduğunu düşünürüz. Ama bu kadar çok fazla dış etken varken nasıl özgür bir iradeye sahip olabiliriz ki.

Bu konuyu içsel ve dışsal olarak iki şekilde ele almak istiyorum.
Eğer dışsal faktörlerden başlayacak olursak, en basit örneği ile hiçbirimiz ismini seçmedi, hiçbirimiz doğduğu ülkeyi mensubu bulunduğu toplumu seçmedi ve hiçbirimiz doğmayı seçmedi. Bunların hepsi bizim irademiz dışında ve bize sorulmadan gerçekleşti. Tabii ki burada kendimle çekişmek istemem en başta dediğin gibi özgür irade ile alınan kararlar bilinç doğrultusunda alınır ve bu olanların bize sorulması gibi bir imkân hiçbir zaman var olmadı gene de bu bizim irademiz dışında olduğunu değiştirir diyemeyiz.

Öte yandan "özgür iradeyi" etkileyen içsel faktörler de tabii ki. En başta genetik yatkınlıklarımız geliyor. Sonrasında iste obsesif düşüncelerimiz. Mesela bir şeyi istemek "özgür irade" ile alınabilecek bir karardır ama bu insanlar obsesyonları yüzünden istedikleri şeyleri dile getiremezler, bu insanların sayısı hiç de azımsanacak kadar değildir.

Ancak başka bir acıdan bakarsak ve elimizde olamayan şeyleri görmezden gelmeye başlarsak o zaman işler değişmeye başlar işte. Nerde doğduğuna karar veremezsin hayatın sana ne imkân tanıyacağına karışamazsın bunların hepsi senin iradenin dışındadır ancak ne kadar çaba harcayacağına sen karar verirsin. Bu yazıyı uyduruk bir motivasyon videosu gibi birimek istemiyorum o yüzden şunu da söylemem lazım. Herkes kendi hayatına karar verir kimisi 20 yaşında ölmeyi seçer kimisi de bir gün öleceğinin kesin olduğunu bildiği halde hayatını bir saniye dahi olsun uzatmak ister. Herkes birbirinden farklıdır ve özgür irade sadece elimizde olan şeyler üzerinde sahip olduğumuz bir şeydir.

Yorum Gönder

Daha yeni Daha eski