KABUS GÜNLÜĞÜ: GÖLGE
Gölgelerle, karanlıkla kaplı bir adam bana doğru döndü.
Artık gerçek ile kâbusu birbirinden ayıramıyorum. Adamın kim olduğunu bir türlü
çıkaramadım. Bizi çevreleyen karanlık orman yüzünden adamın yüzünü görebilmek
daha da zorlaşıyordu. Uzaktan sadece puslu bir şekilde bir şey kaldırdığını
görebiliyordum, sonrasında bunun bir balta olduğunu anladım. Ucundaki kan
lekeleri ay ışığında parlıyordu.
Bana öfkeli bir ifadeyle gülümsüyordu. Halen tam olarak
gördüğümü idrak edemiyordum sanırım gölgeler canlanmıştı.
Sanki kabustaydım ama uyanıktım. Bana doğru yaklaştı ve
önümde durdu. Bir türlü ona odaklanamıyordum sanki beyimde bir tümör ya da
gözümde bir sıkıntı ortaya çıkmıştı. Onun olduğu taraf hiçbir şekilde
netleşmiyordu. Kafamı sağ döndürüp sola baksam, sola döndürüp sağa baksam
aynıydı bulanıktı. Suyun içinde dağılan bir mürekkep gibiydi üstündeki gölge.
Çok korkmuştum ne yapacağımı bilemiyordum. Paltomun cebinde bir el feneri
buldum. El fenerini yaktım üstüne tuttum, el fenerini tüm gücümle sıkıyordum
çünkü başka ne yapabilirim bilmiyordum.
Tek umudum ışıktan korkup daha yakınıma gelmemesiydi. Aniden fener daha da
parladı ve ışığın gücü yükselmeye devam etti. Belirsiz adam birden kaybolmuştu,
buradan artık kurtulabilirdim, tek güvencem elimde tuttuğum el feneriydi.
Ormanın derinliklerine doğru koşmaya başladım tüm gücümle,
yorulduğumda ise uçurumun kenarına gelmiştim. İnce, eski, çürümüş bir ahşap
köprü iki tepeyi birbirine bağlıyordu. Kurtuluş için tek şansım bu köprüyü
kullanmaktı. El fenerini kapatıp cebime koydum, Ay o kadar parlaktı ki yolumu
yeterince aydınlatıyordu. Ansızın yüksek bir şekilde belki 100 tane kuzgunun bağırma
sesini duydum. Yukarı baktığımda tüm gökyüzünü kaplamışlardı. Tüm dünya
kapkaraydı, gece birden kapkara olmuştu. Simsiyah kuzgunlar üzerime doğru
uçarken kırmızı gözlerini net bir biçimde sayabiliyordum. El fenerimi çıkardım,
en güçlü seviyesinde açtım. Yukarı doğru kaldırdığımda gecenin karanlığı
tekrardan aydınlanmıştı. Kuzgunlar birer havai fişek gibi patlıyordu. Tüyleri
yanıp kömüre dönüyordu. Korkudan attığım çığlığı onların çığlığından
duyamıyordum. Uzaktan bir şarkı sesi geliyordu ama tanıyamıyordum. 70’lerden
bir parça olduğu belliydi. Zaten gün içinde başka zamandan bir şarkı
dinlemiyordum, belki kurtuluşun yolu bu şarkıyı takip etmektir dedim ve
kurtulabilmek için şarkının peşinden geldim. Hiçliğin ortasında bir kafeye
geldiğimde ise şarkı kesilmişti. Mekân çok karanlık ve sessizdi. Sanki birisi
içeriye çöpler dökmüştü ya da kavga edilmişti. Yarım açık olan arka kapıdan bir
ışık süzülüyordu içeriye. Oraya gitmekten başka şansım yoktu, kapıdan içeriye
girdiğimde kör edici parlak bir ışık yüzünden her yer bembeyaz olmuştu.
Batuhan Kükrer